Tom goes to bed at the same time every night.
- Tom her gece aynı zamanda yatmaya gider.
In retrospect, Tom realized he shouldn't have been dating both sisters at the same time.
- Geriye dönüp baktığında, Tom her iki kız kardeşle aynı zamanda flört etmemesi gerektiğini anladı.
Dying's nothing. Start instead by living - not only is it harder, but it's longer as well.
- Ölüm hiçbir şeydir. Onun yerine yaşayarak başla - sadece daha zor değil fakat aynı zamanda daha uzundur.
What I have learnt is not just the Chinese language, but something about the country itself as well.
- Sadece Çince dilini değil ama aynı zamanda ülkenin kendisi hakkında da bir şeyler öğrendim.
Not only are you wrong, but I am wrong too.
- Sadece siz değil aynı zamanda ben de hatalıyım.
It's not just Tom that has to study. I have to study, too.
- Sadece Tom değil aynı zamanda ben de çalışmak zorundayım.
He is a scholar and a musician simultaneously.
- O bir bilim adamı ve aynı zamanda bir müzisyen.
Apart from English, he also teaches math.
- İngilizcenin dışında, aynı zamanda matematik öğretir.
You can drink water, but you can also let it walk.
- Su içebilirsin fakat aynı zamanda da onun yürümesine izin verebilirsin.
You can't do two things at once.
- Aynı zamanda iki şeyi yapamazsın.
You can't do both at the same time.
- İkisini aynı zamanda yapamazsın.
Tom and Mary were both talking at the same time.
- Tom ve Mary her ikisi de aynı zamanda konuşuyordu.