yüzleşmek

listen to the pronunciation of yüzleşmek
التركية - الإنجليزية
face

Those selected will have to face extensive medical and psychological tests. - Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.

You don't have to face it alone. - Onunla yalnız yüzleşmek zorunda değilsin.

to meet face to face, to confront one another
to meet face to face; to meet (someone) face to face
meet face to face
confront one another
come up again
be confronted
yüz
hundred

One hundred and fifty people entered the marathon race. - Yüz elli kişi maraton yarışına girdi.

This is a three-star hotel; three hundred dollars a night. - Burası üç yıldızlı bir oteldir; bir gece üç yüz dolardır.

yüz
face

His face is distorted by pain. - Onun yüzü acıdan şekil değiştirmişti.

I saw his face in the dim light. - Onun yüzünü loş bir ışıkta gördüm.

yüz
front

Tom could hear a commotion in front of his house, so he went outside to see what was happening. - Tom evinin önünde bir kargaşa duyabiliyordu, bu yüzden neler olduğunu görmek için dışarı çıktı.

Tom has bad eyes, so he always sits in the very front of the classroom. - Tom'un kötü gözleri var bu yüzden o her zaman sınıfın çok önüne oturur.

yüz
countenance
yüz
facial

Observe his facial reaction when we mention a price. - Biz bir fiyattan bahsettiğimizde onun yüz tepkimesini gözlemle.

Her facial expression was more sour than a lemon. - Onun yüz ifadesi bir limondan daha ekşiydi.

yüz
one hundred

Cancer is not one but more than one hundred distinct diseases. - Kanser tek değil fakat yüzlerce farklı hastalıklardan biridir.

The building is one hundred meters high. - Bina yüz metre yüksekliğindedir.

yüz
cheek

My brother got cheeky. - Erkek kardeşim yüzsüzleşti.

Gluteus Maximus was one of the cheekiest Roman emperors. - Gluteus Maximus, en yüzsüz Roma imparatorlarından biriydi.

yüz
obverse
yüz
cast of features
yüzleşme
face off
yüz
frontage
yüz
feature

He has really soft facial features. - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.

Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father. - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.

yüz
figure

I figured Tom wasn't going to go, so I went. - Tom'un gitmeyeceğini düşündüm, bu yüzden ben gittim.

The most important figure of mathematics of the nineteenth century is, undoubtedly, Gauss. - On dokuzuncu yüzyılın matematiğinin en önemli figürü kesinlikle, Gauss.

yüz
impudence
yüz
(Arkeoloji) façade
yüz
face side
yüz
features

He has really soft facial features. - O gerçekten yumuşak yüz hatlarına sahip.

Tom's facial features and mannerisms are very much like those of his father. - Tom'un yüz hatları ve tavırları babasınına çok benzer.

yüz
facade
yüz
frostbite
yüz
(Bilgisayar) sides

Life and death are two sides of the same coin. - Yaşam ve ölüm aynı madalyonun iki yüzüdür.

No matter how flat you make a pancake, it always has two sides. - Bir gözlemeyi ne kadar düz yaparsanız yapın, onun her zaman iki yüzü vardır.

yüz
(Teknik,Tekstil) good side
yüz
visage

Tom's face lost its passive visage and revealed his horror and disgust. - Tom'un yüzü pasif görüntüsünü kaybetti ve korku ve nefretini açığa vurdu.

yüz
swam

He swam across the river. - O, nehir boyunca yüzdü.

Takuya swam naked as a jaybird. - Takuya alakarga gibi çıplak yüzdü.

yüz
puss
yüz
{f} swim

I prefer swimming to skiing. - Yüzmeyi kaymaya tercih ederim.

To swim in the ocean is my greatest pleasure. - Okyanusta yüzmek benim en büyük zevkimdir.

yüz
{f} swum

Tom has never swum in our pool. - Tom bizim havuzda hiç yüzmedi.

He is the only American to have swum the English Channel. - O, İngiliz Kanalında yüzmüş tek Amerikalı.

yüz
frontispiece
yüz
snoot
yüz
{f} floating

The boat was broken by the floating ice. - Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.

Thousands of dead fish have been found floating in the lake. - Gölde yüzen binlerce ölü balık bulundu.

yüz
physiognomy
yüz
side

Everyone is a moon, and has a dark side which he never shows to anybody. - Herkes bir aydır, ve hiç kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır.

He put on his sweater wrong side out. - O kazağını ters yüz giydi.

yüz
{f} swimming

When I was a child, I often went swimming in the sea. - Ben bir çocukken çoğu zaman denizde yüzmeye gittim.

John is in the swimming club. - John yüzme kulübündedir.

yüz
to face

Those selected will have to face extensive medical and psychological tests. - Seçilmiş olanlar kapsamlı tıbbi ve psikolojik testlerle yüzleşmek zorunda kalacak.

They stood face to face. - Onlar yüz yüze durdu.

yüzleşme
confrontation

I know from experience that such confrontations never end well. - Tecrübelerden biliyorum ki, böyle yüzleşmeler asla iyi bitmez.

gerçekle yüzleşmek
face facts
yüz
sense of shame, shame: Sende hiç yüz yok mu? Have you no shame? Ne yüzle ondan böyle bir şey isteyebilirsin? How can you have the gall to ask her for such a thing?
yüz
face (the front, exposed, finished, dressed, or otherwise specially prepared surface of something): kumaşın yüzü the face of the cloth. dağın kuzey yüzü the north face of the mountain. binanın yüzü the building's façade. paltonun yüzü the outer side of the coat
yüz
cloth which encloses the stuffing of a cushion or pillow, case; mattress ticking; cloth used to cover a chair or sofa, upholstery, upholstering
yüz
face (of a person or animal)
yüz
face, mug; (bina) façade; (para, madalya, vb.) obverse; surface; impudence, cheek; facial
yüz
phiz
yüz
hecto
yüz
cutting edge, face (of a knife blade or other sharp tool)
yüz
side: ırmağın öte yüzünde on the other side of the river. problemin bu yüzü this aspect of the problem
yüz
kisser
yüz
surface: suyun yüzü the surface of the water
yüz
mien
yüz
dial

Strictly speaking, Chinese consists of hundreds of dialects. - Aslına bakarsan, Çinçe yüzlerce lehçeden oluşur.

yüz
fivescore
yüz
brow
yüz
{f} float

The boat was broken by the floating ice. - Tekne yüzen bir buz tarafından parçalandı.

A ball is floating down the river. - Bir top nehirden aşağı doğru yüzüyordu.

yüz
favor

Eugenia shared with us her favorite oils for cleaning the face and protecting the skin. - Eugenia yüzü temizlemek ve cildi korumak için en sevdiği yağları bizimle paylaştı.

The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates. - Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.

yüzleşme
facedown
yüzleşme
zap
التركية - التركية
Yüz yüze gelmek
Bir olayı ileri sürenle, inkâr eden kimseler, yüz yüze gelerek sözlerini tekrarlamak
yüz
Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat: "Bir güzel çocuk yüzüyle gülümsüyor."- S. F. Abasıyanık
yüz
On kere on, doksan dokuzdan bir artık
yüz
Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı
yüz
Kesici araçlarda keskin kenar
yüz
Bir şeyin ön tarafta bulunan bölümü, cephe
yüz
Yüzey, satıh
yüz
Bu sayıyı gösteren 100, C rakamlarının adı
yüz
Kez, kere kelimeleri ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartmalı bir biçimde anlatır: "Hikmet Beyin kurum ve edası, her zamankinden belki yüz kat üstündü."- S. M. Alus
Yüz
(Osmanlı Dönemi) LEÇ
Yüz
duluk
Yüz
beniz
yüz
Birinin görülegelen veya umulan hoşgörürlüğüne güvenilerek gösterilen cüret
yüz
Nedeniyle, sebebiyle: "Bu yüzden Fuat Köprülü ile çatışmaya başlamışlardı gazetelerde."- Y. Z. Ortaç
yüz
On kere on, doksan dokuzdan bir artık olan
yüz
Yan, taraf
yüz
Bir yapının dışa bakan düşey yüzeylerinin tümü
yüz
Doksan dokuzdan sonra gelen sayının adı ve bu sayıyı gösteren işaret, 100, C
yüz
Yapının cephesi
yüz
Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm, sima, çehre, surat
yüz
Utanma
yüz
Yastığa geçirilen kılıf
yüz
Bir şeyin görünen bölümünde kullanılan kumaş
yüz
Başta, alın, göz, burun, ağız, yanak ve çenenin bulunduğu ön bölüm
yüz
Bir kumaşın dikiş sırasında dışa getirilen gösterişli bölümü
yüz
Nedeniyle, sebebiyle
yüz
Keskin kenar
yüz
Kez, kere kelimeleri ile birlikte kullanılarak yapılan işin çokluğunu abartmalı bir biçimde anlatır
yüz
Yapı cephesi
yüzleşme
Yüzleşmek işi
yüzleşmek
المفضلات