We've got to catch the lion alive.
- Biz aslanı canlı yakalamak zorundayız.
The fish he caught yesterday is still alive.
- Onun dün yakaladığı balık hâlâ canlı.
My grandfather is 90 years old and very lively.
- Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.
People need to be more lively when presenting their work.
- İnsanlar işlerini sunarken daha canlı olması gerekir.
So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
- İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
Most living creatures in the sea are affected by pollution.
- Denizde yaşayan canlıların çoğu, kirlilikten etkilenir.
I don't look down upon any living being. Needless to say, I'm no God. I'm a human being myself; I may have made mistakes, I do admit.
- Ben hiçbir canlıyı küçümsemiyorum. Tabii ki ben Allah değilim. Ben de kulum; hatalarım olmuştur, yalanlamıyorum.
It's a living being, so of course it shits.
- O bir canlı, dolayısıyla doğal olarak sıçıyor da.
A crisp wind blew up over the sand dunes from the sea.
- Denizden kum tepelerinin üzerinde canlı bir rüzgar patladı.
Nothing is more vivid than a picture.
- Hiçbir şey bir resimden daha canlı değildir.
I am pleased with this vivid portrait in particular.
- Ben özellikle bu canlı portreden memnunum.
The cat was playing with a live mouse.
- Kedi canlı bir fare ile oynuyordu.
My grandfather is 90 years old and very lively.
- Büyükbabam 90 yaşında ve çok canlı.
You are bright and glowy this morning.
- Bu sabah canlı ve parlaksın.
Things are looking brighter.
- İşler daha canlı görünüyor.
The memories are very fresh and vivid.
- Anılar çok taze ve canlıdır.
The cat was playing with a live mouse.
- Kedi canlı bir fare ile oynuyordu.
Is there anybody who would like to go see a live concert of Lady Gaga with me?
- Benimle Lady Gaga'nın bir canlı konserini seyretmeye gitmek isteyen biri varmı?
If it were not for water, no living things could live.
- Eğer su olmasa canlılar yaşayamaz.
All living things are connected in one chain of being.
- Tüm canlılar varlığın tek zincirine bağlıdırlar.
Layla burned Fadil alive for his money.
- Leyla, parası için Fadıl'ı canlı canlı yaktı.
Health and vitality are important for long life.
- Sağlık ve canlılık uzun hayat için gereklidir.
The doll was surprisingly lifelike.
- Bebek şaşırtıcı bir biçimde canlı gibiydi.
France is a vibrant democracy.
- Fransa canlı bir demokrasidir.
Living things are made from cells.
- Canlılar hücrelerden oluşur.
All living things are connected in one chain of being.
- Tüm canlılar varlığın tek zincirine bağlıdırlar.
The sky in this photo is very saturated.
- Bu fotoğraftaki gökyüzü çok canlı.
So long as the human spirit thrives on this planet, music in some living form will accompany and sustain it and give it expressive meaning.
- İnsan ruhu yeryüzünde bulunduğu müddetçe; müzik, canlı bir varlık gibi ona eş ve destek olup büyük anlam katacak.
I just admire the diversity of life on our planet.
- Gezegenimizdeki canlıların çeşitliliğine hayranım.
The most instinctive act of nearly every creature is to protect its young, and with humans, this response persists for a lifetime.
- Neredeyse her canlının en içgüdüsel davranışı küçüklerini korumaktır, ve insanlarda bu müdahale hayat boyu sürer.
A two-meter-long live crocodile has been found in a garden greenhouse in Sweden's third largest city, Malmö.
- İsveç'in üçüncü büyük kenti olan Malmö'deki bir sera bahçesinde iki metre uzunluğundaki canlı bir timsah bulundu.