Tom got an award for the highest sales at his company.
- Tom şirketindeki en yüksek satış için ödül aldı.
Our international sales continue to grow, bringing the name of Toyo Computer into businesses world-wide.
- Uluslararası satışlarımız büyümeye, Toyo Computer adını dünya çapında iş dünyasına getirmeye devam ediyor.
They were only interested in selling books.
- Onlar sadece kitap satışıyla ilgileniyordu.
He is engaged in selling cars.
- O, araba satışı ile uğraşıyor.
I went to a sale with my mother yesterday and kept hounding her to buy me a dress.
- Dün, annemle birlikte indirimli satışa gittim ve bana bir elbise alması için onu kışkırtmayı sürdürdüm.
He realized a large sum by the sale of the plantation.
- O ekili alanın satışını büyük miktarda gerçekleştirdi.
We do not sell alcoholic drinks or cigarettes to people under the age of eighteen.
- 18 yaşın altındaki kişilere alkollü içki ve sigara satışı yapmıyoruz.
He is engaged in selling cars.
- O, araba satışı ile uğraşıyor.
They're holding a liquidation sale.
- Bir tasfiye satışı düzenliyorlar.
This software package has a suggested retail price of $99.
- Bu yazılım paketinin tavsiye edilen perakende satış fiyatı 99 dolardır.
The salesperson persuaded her to buy the dress.
- Satış elemanı elbiseyi alması için onu ikna etti.
She arranges the buying and selling of houses in and around Deal.
- O Deal'in içinde ve çevresinde ev alışı ve satışı düzenlemektedir.
This software package has a suggested retail price of $99.
- Bu yazılım paketinin tavsiye edilen perakende satış fiyatı 99 dolardır.
Tom is a good salesman.
- Tom iyi bir satış elemanıdır.
Tom is a salesman, not a doctor.
- Tom doktor değil, satış elemanıdır.
Is there any sales and promotion staff who can help us here?.
Currently, my sister is working as a saleswoman in the supermarket.
- Kız kardeşim şu anda bir satış elemanı olarak süpermarkette çalışıyor.
She applied for a job as a saleswoman.
- Bir satış elemanı olarak bir iş başvurusu yaptı.
I made out a check for $25 and handed it to the salesperson.
- 25 dolarlık bir çek düzenledim ve onu satış elemanına verdim.
The salesperson persuaded her to buy the dress.
- Satış elemanı elbiseyi alması için onu ikna etti.
If the sale price is good, Tom said he might buy two pairs of shoes.
- Tom satış fiyatı iyiyse iki çift ayakkabı alabileceğini söyledi.
Tom is the district sales manager for a software company.
- Tom bir yazılım şirketi için bölge satış müdürüdür.
Tom bought a camera at a bargain sale.
- Tom indirimli satışlarda bir kamera aldı.
I went to a sale with my mother yesterday and kept hounding her to buy me a dress.
- Dün, annemle birlikte indirimli satışa gittim ve bana bir elbise alması için onu kışkırtmayı sürdürdüm.
He decided to sell the car.
- Arabayı satmaya karar verdi.
The dealer wants to sell a car.
- Satıcı bir araba satmak istiyor.
The sale of cigarettes should be banned.
- Sigara satışı yasaklanmalıdır.
He realized a large sum by the sale of the plantation.
- O ekili alanın satışını büyük miktarda gerçekleştirdi.
I sold the house to advantage.
- Evi avantajlı şekilde sattım.
Stamps are not sold in this store.
- Bu dükkânda pul satılmıyor.
Tom saw vending machines everywhere when he visited Japan.
- Tom Japonya'yı ziyaret ettiğinde her yerde otomatik satış makinaları gördü.
There are also vendors who support Linux.
- Linux'u destekleyen satıcılar var.
I doubt that Tom would ever consider selling his antique car.
- Tom'un şimdiye kadar antika arabasını satmayı düşündüğünden şüpheliyim.
Whenever I go to this store, they're selling freshly baked taiyaki cakes.
- Bu dükkâna her ne zaman gitsem, taze pişmiş taiyaki kekleri satıyorlar.
Operasyon bir SAT timi tarafından yapıldı.
satıcının yıllık satış hedefi %50 arttı.
Dün cumartesi değil, pazardı.
- Yesterday was Sunday, not Saturday.
Geçen cumartesi parka gittim.
- I went to the park last Saturday.
Tom sundurmada oturdu ve gazete okudu.
- Tom sat on the porch and read the paper.
Tom akşam gazetesini okurken sundurmada oturdu.
- Tom sat on the porch, reading the evening paper.
Bir ağacın altına oturdular.
- They sat under a tree.
İki âşık çay içerek yüz yüze oturdular.
- The two lovers sat face to face, drinking tea.