yakında

listen to the pronunciation of yakında
Türkçe - İngilizce
nearby

Is there a telephone nearby? - Yakında bir telefon var mı?

This house is nearby, it has two bedrooms and a living room, and the decoration isn't bad; it's 1500 a month. - Bu ev yakında, iki yatak odası ve bir oturma odası var, ve dekorasyonu kötü değil; ayda 1500.

soon

My father will be forty soon. - Babam yakında kırk yaşında olacak.

She will leave the hospital soon. - O yakında hastaneden ayrılacak.

at hand
near; soon, anon, presently, shortly; recently
ere long
round
hard by
incidentally
shortly

I expect Tom back shortly. - Tom'un yakında döneceğini umuyorum.

Tom should be here shortly. - Tom yakında burada olmalı.

fast by
near

Excuse me, is there a toilet nearby? - Affedersiniz, yakında bir tuvalet var mı?

Is there a telephone nearby? - Yakında bir telefon var mı?

sometime soon
(deyim) one of these days
presently
imminently
before long
near at hand
locally
anon
by
hereabouts
recently
the soon
close by

Our teacher lives close by. - Bizim öğretmen yakında yaşıyor.

Tom lives quite close by. - Tom oldukça yakında yaşıyor.

fast
yakın
close

Where is the closest train station? - En yakın tren istasyonu nerede?

My house is close to a bus stop. - Evim otobüs durağına yakın.

yakın
(İnşaat) near

He lived in a small town nearby. - Yakınlardaki küçük bir kasabada yaşıyordu.

Excuse me, is there a toilet nearby? - Affedersiniz, yakında bir tuvalet var mı?

yakında görüşmek üzere
See you soon
yakında kalkmak
soon off

yakında istanbul a uçuyorum.

yakında uçmak
soon off

yakında istanbul a uçuyorum.

yakında başka bir otel var mı
Is there another hotel nearby
yakında bir metro istasyonu var mı
Is there a subway station nearby
yakında bir taksi durağı var mı
Is there a taxi stand nearby
yakında olacak olan
approaching
yakında tuvalet var mı
Is there a public restroom nearby
yakında/larda
1. nearby, close by, close at hand. 2. in the near future, soon. 3. recently
yakın
recent

Tom and Mary started dating each other quite recently. - Tom ve Mary çok yakın zamanlarda birbirleriyle çıkmaya başladılar.

I haven't been in contact with Mr. Smith recently. - Yakın zamanda Bay Smith ile görüşmedim.

yakın
adjacent
yakın
intimate

Tom was intimate with Mary. - Tom'un Mary'yle yakın ilişkisi vardı.

Sami and Layla were having an intimate relationship. - Sami ve Leyla yakın bir ilişki yaşıyorlardı.

yakın
akin
yakın
pending
yakın
(Hukuk) imminent

We think Tom might be in imminent danger. - Tom'un yakın tehlikede olabileceğini düşünüyoruz.

yakın
immediate

This man is my immediate superior. - Bu adam benim en yakın amirimdir.

Only immediate family members attended Tom and Mary's wedding. - Sadece yakın aile bireyleri Tom ve Mary'nin düğününe katıldı.

yakın
approximate

Åle, the world's oldest eel, just died. He was approximately 150 years old. - Dünyanın en yaşlı yılan balığı Åle yakın zamanda öldü. Yaklaşık olarak 150 yaşındaydı.

This is all very approximate. - Bunun hepsi çok yakın.

yakın
{i} relative

Tom is a close relative of mine. - Tom benim yakın bir akrabam.

A close neighbor is better than a distant relative. - Yakın bir komşu, uzak bir akrabadan daha iyidir.

yakın
connected
yakın
connate
yakın
(Biyokimya) proximal
yakın
close to

We live close to the station. - Biz istasyona yakın yaşarız.

The dog is close to death. - Köpek ölüme yakındır.

yakın
familiar

I wouldn't permit such familiarity. - Ben böyle yakınlığa izin vermezdim.

Layla grew up in Arabia and was very familiar with camels. - Leyla, Arabistan'da büyüdü ve develerle çok yakındı.

yakın
para

His paralysis is progressing, and soon he won't be able to get out of bed. - Onun felci ilerliyor ve yakında yataktan çıkamayacak.

yakın
within hail
yakın
next door
yakın
close-rage
yakın
(Biyokimya) epimer
yakın
akin to
yakın
nearby place
yakın
(deyim) hail-fellow-well-met
yakın
neighbourhood
yakın
friend

My boyfriend is smart, handsome, and friendly too. - Erkek arkadaşım akıllı, yakışıklı, ve cana yakındır.

We number him among our closest friends. - Biz onu en yakın arkadaşlarımız arasında sayıyoruz.

yakın
relation

Tom's a loner who shuns close relationships. - Tom yakın ilişkilerden çekinen yalnız yaşayan biridir.

Tom has a close relationship with Mary. - Tom'un Mary ile yakın bir dostluğu var.

yakın
analogous with
yakın
analogous
yakın
at one's elbow
yakın
near-by
yakın
neighboring
yakın
in sight
yakın
in approach
yakın
near future

There will be an energy crisis in the near future. - Yakın gelecekte bir enerji krizi olacak.

In the near future, we will be able to put an end to AIDS. - Yakın gelecekte, AIDS'e son verebileceğiz.

yakın
closer

Tom picked up the stamp and took a closer look. - Tom pulu aldı ve daha yakından baktı.

We get closer, trying to understand each other, but just hurt each other and cry. - Birbirimizi anlamaya çalışarak yakınlaşırız fakat sadece birbirimizi incitiriz ve ağlarız.

yakın
bemoan

When I had to learn English in school, at times I would bemoan all the irregularities and strange rules. - Okulda İngilizce öğrenmek zorunda kaldığımda zaman zaman tüm düzensizlik ve garip kurallardan yakınırdım.

yakın
proximate en
yakın
recent time
yakın
close range

Layla shot Sami at close range. - Leyla yakın mesafeden Sami'yi vurdu.

Layla shot Sami at close range. - Leyla yakın mesafeden Sami'ye ateş etti.

yakın
handy
yakın
at hand

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

A global crisis is at hand. - Küresel bir kriz yakındır.

yakın
vicinal
yakın
beef about
yakın
at close quarters
yakın
complain about

He has nothing to complain about. - Yakınmak için hiçbir nedeni yok.

Don't complain about that. You've asked for it. - Yakınma. Kendin kaşındın.

yakın
pally
yakın
parallel
yakın
convenient

My house is located in a convenient place - near the train station. - Evim tren istasyonu yakınında, uygun bir yerde bulunur.

It's convenient living so close to the station. - İstasyona çok yakın yaşamak elverişlidir.

yakın
complain of
yakın
point-blank
yakın
complain

Tom complained that his back hurt. - Tom sırt ağrısından yakındı.

Tom complained that Mary never helped him. - Tom Mary'nin ona asla yardım etmemesinden yakındı.

yakın
pleasant
yakın
not far
yakın
to close
yakın
nigh

The zombie apocalypse is nigh! - Zombi kıyameti yakın!

Last night there was a fire near here, and I couldn't sleep. - Dün gece buraya yakın bir yangın vardı ve uyuyamadım.

yakın
close of
yakın
close in

We haven't been close in years. - Yıllardır yakın olmamıştık.

pek de yakında değil
none too soon
pek yakında
soon
yakın
hard

Hardly anyone has seen this animal up close. - Neredeyse hiç kimse bu hayvanı yakından görmedi.

Tom has hardly any close friends. - Tom'un neredeyse hiç yakın arkadaşı yok.

yakın
inseparable

They soon became inseparable. - Onlar yakında ayrılmaz oldular.

yakın
(arkadaş) thick
yakın
proximate
yakın
near, close, neearby; akin (to), analogous (to/with); intimate; impending, imminent; nearby place, neighbourhood; friend, relation; recent time, near future
yakın
nearby place: Yakınımızda oturuyor. She lives near us
yakın
near (to), nearby, close (to), close-by
yakın
within walking distance
yakın
close, (friend) who is close to (someone)
yakın
connection

Sami had very close connections to the crimes. - Sami'nin suçlarla çok yakın bağlantıları vardı.

The individual stars in a constellation may appear to be very close to each other, but in fact they can be separated by huge distances in space and have no real connection to each other at all. - Bir takım yıldızındaki bireysel yıldızlar birbirlerine çok yakın görünebilir fakat aslında onlar uzayda büyük mesafelerle ayrılabilir ve birbirleriyle hiç gerçek bağlantısı yoktur.

yakın
relative, relation; close friend
yakın
contiguous
yakın
by
yakın
very similar (to)
yakın
near at hand

Our entrance examination was near at hand. - Giriş sınavımız çok yakındı.

Christmas is near at hand, isn't it? - Noel yakın, değil mi?

yakın
hard by
yakın
connexion
yakın
within reach
yakın
toward

Tom has been very friendly toward me. - Tom bana karşı çok cana yakın.

The spiral galaxy closest to our Milky Way galaxy is Andromeda. Andromeda is over 2 million light-years away. Its central bulge and spiral arms are tilted toward us at a 15 degree angle. - Samanyolu galaksimize en yakın sarmal gökada Andromeda'dır. Andromeda 2 milyondan fazla ışık yılı uzaklıktadır. Onun orta çıkıntısı ve spiral kolları 15 derecelik açıyla bize doğru eğiktir.

yakın
bosom

Tom and Mary have been bosom friends for years. - Tom ve Mary yıllardır yakın arkadaş olmuşlardır.

yakın
kindred
yakın
along

I'm sure he'll be along soon. - Onun yakında geleceğinden eminim.

The old woman went, and soon returned along with the Princess. - Yaşlı kadın gitti ve yakında Prenses ile birlikte geri döndü.

yakın
towards
Türkçe - Türkçe
Yakın bir yerde
Çok geçmeden
Son günlerde
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba: "Türkçe konuştuğu için bana kendi yakınlarımızdan biri hissini veren yaşlı garson yanımıza geldi."- Y. K. Karaosmanoğlu
Yakın
(Hukuk) KARİB
Yakın
(Osmanlı Dönemi) NEYYİF
Yakın
(Osmanlı Dönemi) EHAMM
yakın
Uzak olmayarak: "Gazinoya girip çıkmakta veya kendine yakın bir başka masada oturmakta."- Y. K. Karaosmanoğlu
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan: "Beş dönüme yakın bahçesi bir ormanı andırırdı."- Ö. Seyfettin
yakın
Küçük, önemsiz değişikliklerle birbirinden ayrılan
yakın
Uzak olmayarak
yakın
Benzeyen, andıran, yaklaşan
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan (zaman veya yer) , uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilgi bulunan
yakın
Uzak olmayan yer
yakın
Az bir ara ile ayrılmış olan, uzak karşıtı
yakın
Aralarında sıkı ilişki olan arkadaş, dost veya akraba
yakın
Erişmesi, olması zaman bakımından yaklaşmış olan: "Elli yaşında adam, ellisine yakın kadın..."- S. F. Abasıyanık