Please tell me your location.
- Lütfen bana bulunduğunuz yeri bildirin.
Every year I find myself at a different location.
- Her yıl kendimi farklı bir yerde buluyorum.
Put yourself in my place.
- Kendini benim yerime koy.
You know many interesting places, don't you?
- Çok enteresan yerler biliyorsun, değil mi?
The police found some blood on the floor.
- Polisler yerde biraz kan buldular.
It seems that the children will have to sleep on the floor.
- Çocuklar yerde uyumak zorunda kalacaklar gibi.
This park used to be a hunting ground for a noble family.
- Bu park asil bir aile için bir avlanma yeriydi.
The soldier lay injured on the ground.
- Asker yerde yaralı yatıyordu.
Tom got the key from its secret hiding spot and opened the door.
- Tom gizli saklama yerinden anahtarı aldı ve kapıyı açtı.
You're parked in my spot.
- Benim yerime park ettin.
Situated on hilly terrain, the cathedral can be seen from a long distance.
- Tepelik arazide yer alan katedral uzun bir mesafeden görülebilir.
This security system allows us to trace employees movements anywhere they go.
- Bu güvenlik sistemi çalışanların hareketlerini gittikleri yerde izlemelerine izin verir.
The police looked everywhere and couldn't find any trace of Tom.
- Polis her yere baktı ve Tom'la ilgili herhangi bir iz bulamadı.
Come what may, we must do our duty.
- Ne olursa olsun vazifemizi yerine getirmeliyiz.
Try to fulfill your duty.
- Görevini yerine getirmeye çalış.
Paul went to the party in place of his father.
- Paul babasının yerine partiye gitti.
The floor was strewn with party favors: torn noisemakers, crumpled party hats, and dirty Power Ranger plates.
- Yer partiden kalanlar yüzünden dağınıktı: Yırtık gürültüyapıcılar, kırışık parti şapkaları, ve kirli Power Ranger tabakları.
I use a three-ring binder for all my subjects instead of a notebook for each one.
- Her biri için bir dizüstü bilgisayar yerine bütün konularım için üç halkalı klasör kullanırım.
Tom pointed to the ground.
- Tom yere işaret etti.
Instead of beating around the bush, Jones got straight to the point.
- Lafı dolandırmak yerine, Jones doğrudan konuya girdi.
She's out there somewhere alone and scared.
- O orada bir yerde yalnız ve korkmuş.
This is a very scary place.
- Bu çok korkutucu bir yer.
Markku joined the local football club.
- Markku yerel futbol kulübüne katıldı.
On your marks, get set, go!
- Yerlerinize... Hazır... Başla!
The investigators gathered evidence from the crash site.
- Araştırmacılar kaza yerinden delil topladılar.
This site is ideal for our house.
- Bu yer bizim ev için idealdir.
He took the video to a local TV station.
- Bir yerel televizyon kanalı için video çekti.
There is a large parking lot in front of the station.
- İstasyonun önünde büyük bir park yeri vardır.
Georgia is his native state.
- Gürcistan onun yerli devletidir.
George III has been unfairly maligned by historians.
- George III, tarihçiler tarafından haksız yere kötü muamele gördü.
Tom walked over to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yere doğru yürüdü.
Tom couldn't see the lake from where he was standing.
- Tom durduğu yerden gölü göremiyordu.
Tom was angry at Mary because she parked in his space.
- Tom Mary'ye onun yerine park ettiği için kızgındı.
Tom backed his car out of the parking space.
- Tom arabasını park yerinden çıkardı.
She made room for an old lady.
- O yaşlı bir bayana yer açtı.
You must make room for the television.
- Televizyon için yer açmalısın.
Tom pointed to where Mary was standing.
- Tom Mary'nin durduğu yeri gösterdi.
There was standing room only in the Regional Express to Nuremberg.
- Sadece, Nürnberg Bölgesel Ekspres treninde ayakta duracak yer vardı.
This area was first settled by the Dutch more than two hundred years ago.
- Bu araziye ilk olarak iki yüzyıldan uzun bir süre önce Hollandalılar tarafından yerleşildi.
Tom doesn't like people who smoke in no smoking areas.
- Tom, sigara içilmesi yasak yerlerde sigara içen insanlardan hoşlanmaz.
In an earthquake, the ground can shake up and down, or back and forth.
- Bir depremde, yer yukarı ve aşağı ya da geriye ve ileriye sallanabilir.
In the beginning God created the heaven and the earth.
- Başlangıçta Tanrı göğü ve yeri yarattı.
I don't know his whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bilmiyorum.
We couldn't find out her whereabouts.
- Onun bulunduğu yeri bulamadık.
Instead of posting here, use Twitter.
- Buraya posta gönderme yerine Twitter'ı kullan.
The post office is located in the center of the town.
- Postane, şehrin merkezinde yer almaktadır.
I eat dinner at quarter past seven.
- Yediyi çeyrek geçe akşam yemeğini yerim.
Put yourself in my position.
- Kendini benim yerime koy.
Were I in your position, I would do it at once.
- Yerinde olsam, onu derhal yaparım.
Tom got into the driver's seat and drove off.
- Tom sürücünün yerine oturdu ve uzaklaştı.
I was ushered to my seat.
- Beni yerime götürdüler.
The president did not come, but sent the vice-president in his stead.
- Başkan gelmedi ama, yerine başkan yardımcısını gönderdi.
If you can't come, send someone in your stead.
- Eğer gelemiyorsan senin yerine birini gönder.
Why don't you actually consider your situation instead of just chancing it?
- Sadece onu değiştirmek yerine, neden durumunu gerçekten düşünmüyorsun?
If I were you, I would have done the same thing in such a difficult situation.
- Yerinde olsam, böyle zor bir durumda aynı şeyi yaparım.
In Germany today, anti-violence rallies took place in several cities, including one near Hamburg where three Turks were killed in an arson attack on Monday.
- Bugün Almanya'da, Pazartesi günü kundaklamada üç Türk'ün öldürüldüğü Hamburg'un yakınında bir yer de dahil birçok şehirde şiddet karşıtı mitingler gerçekleşti.
Where there's smoke there's fire.
- Ateş olmayan yerden duman çıkmaz.
Tom couldn't eat peanuts when he was a child.
- Tom bir çocukken, yer fıstığı yiyemezdi.
You never told me whether you're allergic to peanuts or not.
- Yer fıstığına alerjin olup olmadığını bana asla söylemedin.
I ought to have made a hotel reservation earlier.
- Otelde daha önce yer ayırtmalıydın.
They looked everywhere for him, but couldn't find him anywhere.
- Ona her yerde baktılar, ama hiçbir yerde bulamadılar.
A function that is differentiable everywhere is continuous.
- Ayırdedilebilir bir işlev her yerde süreklidir.
Our company wants to take part in that research project.
- Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.
The important thing is not to win the game, but to take part in it.
- Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.
I don't want to be involved in this affair.
- Ben bu işin içinde yer almak istemiyorum.
Our company wants to take part in that research project.
- Şirketimiz o araştırma projesinde yer almak istiyor.
The important thing is not to win the game, but to take part in it.
- Önemli olan oyunda kazanmak değil, oyunun içinde yer almak.
According to the American journal International Living, Uruguay is ranked among the twenty safest countries in the world.
- Amerikan dergisi Uluslararası Yaşam'a göre, Uruguay dünyada en güvenli yirmi ülke arasında yer almaktadır.
Cotton ranks among the world's most important crops.
- Pamuk, dünyanın en önemli ürünleri arasında yer almaktadır.
I can't keep track of all the changes taking place in the world of AIDS research.
- AIDS araştırma dünyasında yer alan tüm değişiklikleri takip edemem.
Mexico is a country located in North America.
- Meksika, Kuzey Amerika'da yer alan bir ülkedir.
Norway, located in Northern Europe, is a highly developed country.
- Kuzey Avrupa'da yer alan Norveç çok gelişmiş bir ülkedir.
Some built houses partly underground.
- Bazıları kısmen yer altında evler yaptı.
In Dutch folklore, kabouters are tiny people who live underground.
- Hollanda halk biliminde kabouterler yer altında yaşayan minik insanlardır.
In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
- Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
Are you already thinking of a replacement for Tom?
- Tom için zaten bir yer değiştirme düşünüyor musunuz?
This city lies at the base of a mountain.
- Şehir bir dağın eteğinde yer almaktadır.
Nagoya lies between Tokyo and Osaka.
- Nagoya Tokyo ve Osaka arasında yer almaktadır.
I wish I could change places with Tom, but I can't.
- Keşke Tom'la yer değiştirebilsem ama değiştiremiyorum.
He was obsessed with the idea of travelling to exotic locations.
- O egzotik yerlere seyahat etme fikrine saplantılıydı.
Elite soldiers might be trained in secret locations.
- Seçkin askerler gizli yerlerde eğitilebilir.
Can we make a substitution?
- Bir yer değiştirme yapabilir miyiz?
In order to keep our feet warm we had to shift from one foot to another and keep moving.
- Ayaklarımızı sıcak tutmak için ayaklarımızı yer değiştirmek ve hareket ettirmeye devam etmek zorunda kaldık.
'Still, yer got nice looks,' said Ella.
'Make yer way down to the station,' he said.
Yer a lotta nosey parkers.
Not Your Average Travel Guide.
Is this your cat?.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I bumped into your dad yesterday.
Ben dün sizin babanıza rastladım.
- I ran into your dad yesterday.
Yakın bir gelecekteki senin ziyaretini gerçekten dört gözle bekliyorum.
- I really look forward to your visit in the near future.
Bugün senin öğle yemeğin için parayı ben ödeyeceğim.
- I'll pay the money for your lunch today.